VELİ (Allah Dostu) KİME DENİR?
Dostluk birbirini seven tarafların içten gelen duygularla kurdukları sevgi ve dayanışma bağıdır. Allah ile inanalar arasındaki bu sevgi bağını “…Hem Allah onları sever, Hem de onlar Allah’ı severler…” ayeti bize ifade etmektedir…
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
İyi bilin ki, Hesap Gününde Allah’ın dostlarına korku yoktur ve onlar, o gün asla üzülmeyecekler! (Yunus Suresi: 62) Peki, kimdir Allah’ın dostları?
Onlar, Allah’ın ayetlerine yürekten iman eden ve bu imanın gereğini yerine getiren, yani dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselerdir. (Yunus Suresi: 63)
Yani Onlar, Allah’ın ayetlerine yürekten iman eden ve bu imanın gereğini yerine getiren, dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan mümin kimselerdir. İman ve itaatte üstün gayret gösterenlerin dostluğu güçlü ve sağlam, az itaat ve fedakârlık edenlerin dostluğu ise zayıf olur.
Allah, Müminlerin koruyucusu, yardımcısı, dostu yani velisidir. Allah o Müminleri Küfrün karanlığından tevhidin aydınlığına çıkararak büyük bir ihsanda bulunmuştur. Kâfirlerin velisi ise; Allah’ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak kendilerini ilâhlaştıran cin ve insan şeytanlardır. Bunun kurumsal yapılanmasına “tağuti” düzenlerde diyebiliriz. Bu tağuti düzenler cinleri ve insanları saptırarak cehenneme sokarlar.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Allah, inananların velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların velisi de tağutlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte bunlar, cehennem halkıdırlar ve ebediyen orada kalacaklardır! (Bakara Suresi: 257)
Elbette Müminlerin yardımcısı, koruyucusu yani gerçek velisi “Allah’tır, O’nun Elçisidir ve boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir!”
Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Elçisidir ve boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir! Herr kim Allah’ı, Elçisini ve müminleri kendisine dost edinirse, üstün gelecek olanlar, kesinlikle Allah’ın tarafında yer alanlardır! (Mâide Suresi: 55-56)
Bu ayeti kerimelerde Allah Teâlâ Müslümanların velisi olduğunu vurguluyor. Allah’ın dostluğunu kazanmak dosdoğru bir iman ve Allah’ın emir ve yasaklarına titizlikle uymakla olur. Müslüman ol manın şartları neyse, Allah’a dost olmanın şartları da aynı şeylerdir.
Allah dostluğu ne sadece bir zümreye tahsis edilmiş bir makam, ne de kimsenin tekelinde olan bir silsile değildir. Bütün Müslümanlar Allah’ın dostudur. Kullara düşen zahire göre hüküm verip kalpleri ve akıbeti Allah’a havale etmektir. Hiçbir kimse Allah’ın azabından emin değildir ve son nefesini nasıl vereceği de bilinmez. İman ve itaatte üstün gayret gösteren takva sahibi müminlerin vasıfları ise şöyle anlatılıyor:
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Onlar, Gayba inanırlar, namazı kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan, harcarlar.
Yine onlar, hem sana gönderilene, hem de senden önce gönderilenlere inanırlar. Ahiretin varlığına da tüm kalpleriyle iman ederler.
İşte, Rablerinin gösterdiği dosdoğru yolda yürüyenler onlardır, kurtuluşa erecek olanlar da, yine onlardır. (Bakara Suresi: 3–5)
Yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz, erdemlilik değildir. Asıl iyi kişi odur ki; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve Peygamberlere inanır. Sevgi duymasına karşın, malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve köleler uğrunda harcar.
Namazını dosdoğru kılar, zekâtını verir. Bir de, söz verdiği zaman sözünde duranlar; hele o sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler var ya… İşte doğru sözlü olanlar onlardır korunanlar da yine onlardır. (Bakara Suresi: 177)
Ebu Hureyre radıyallahu’den rivayet edilen kudsi bir hadiste. Al lah’ın Rasulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kim benim bir dostuma düşmanlık ederse, muhakkak ki o bana karşı savaş açmıştır -veya ona harp ilan ederim- Kulum, bana en sevgili gelen, üzerine farz kıldığım şeylerle bana yaklaşır. Ve nafile ibadetlerle bana yaklaşmaya devam eder. Tâ ki ben de onu severim. Onu sevdiğimde, onun duyan kulağı, gören gözleri, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey istediğinde muhakkak ona veririm. Benden sığınma istediğinde onu korumam altına alırım. Mümin kulumun nefsini kabzetmede (ruhunu almada) tereddüt ettiğim gibi, yaptığım hiçbir şeyde tereddüt etmedim. O ölümü kerih görür (hoşlanmaz) ben de onun sev mediklerini sevmem. Ama ölümden kaçış yoktur.” (Buhari)
Yine Allah Rasulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın dostları, her nerede ve ne halde olurlarsa olsunlar, Allah’tan hakkıyla korkan kimselerdir.”( Ahmed Bin Hanbel, Buhari)
Yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi bu hadislerde de Allah dost edindiği kişilerin vasıflarını zikrettikten sonra onların Mümin kulları olduğunu bildirerek Mümin kulunun ruhunu almadaki tered- düdünü zikrediyor. Dolayısıyla bu hadislerden yine Allah’ın mümin kullarını dost edindiği ortaya çıkıyor. Allah iman edenlerin dostudur. Onlardan bir kısmı hesapsız cennete girecek olan en üst derecedeki Peygamberler ve takva sahibi müminlerdir. Allah iman edenlerin dostudur. Onlardan bir kısmı da cehennemlik oldukları halde kalplerindeki zerre kadar iman sebebiyle ebedi cehennemde kalmaktan kurtarılan en alt derecedeki müminlerdir. Allah bu iki derece arasındaki bütün müminlerin dostudur. Cehenneme girmek veya cehennemde ebedi kalmak korkuların en büyüğüdür. Allah iman edenleri ebedi cehennemde kalmaktan kurtarmıştır.
İşte bu sebepten dolayı Allah tüm Müslümanların dostudur. Allah iman edenlerin koruyucusu, yardımcısı, rehberi, dostu yani velisidir. Allah iman edenlere gerçekten rahmet etmiştir. Onları şirk, küfür, cehalet bataklığından kurtarmıştır. Allah iman edenlere gerçekten rahmet etmiştir. Onları ilim, iman, hidayet ve sonunda cennetle mükâfatlandırmıştır. Allah iman edenlere gerçekten rahmet etmiştir. Onları hesapsız cennete sokmakla veya Cehennemde ebedi kalmaktan kurtarmakla… Allah iman edenlerin gerçekten velisidir ve dostudur.
Müslüman olup da iman dairesine giren bütün insanlar Allah’ın velisidir. Müslüman olmanın şartı neyse Allah dostu olmanın şartı aynı şeydir. Kim İslam’ı yaşamada kaliteyi yükselterek Allah’tan korkup sakınıp İslam‘ın emir ve yasaklarına sıkı bir bağlılık gösterirse Allah’a yakınlığı, dostluğu o derece artacaktır. Kim İslam’ı yaşamada kaliteyi düşürürse Allah’a yakınlığı, dostluğu da o derece azalacaktır. Kim imanı kaybedip küfre düşerse işte o kişi Allah ile olan dostluğunu kaybetmiş düşmanlık başlamış demektir. Kulun Allah’a olan yakınlığını, uzaklığını ve akıbetini ise ancak Allah bilir.
Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu:
“… Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a kasem ederim ki, içinizde öyle adam bulunur ki, cennet ehlinin ameli ile amel eder ve kendisi ile cennet arasında bir zira’dan (Yaklaşık 50 cm) ziyade mesafe kalmaz. Derken (hükm-i) kitap (yani o yazının hükmü) ona galebe eder, cehennem ehlinin ameli ile amel eder de cehenneme girer. Keza içinizde öyle adam bulunur ki, cehennem ehlinin ameli ile amel eder, kendisi ile ce- hennem arasında bir zira’dan ziyade mesafe kalmaz. Derken (hükm-i) kitap ona galebe eder, cennet ehlinin ameli ile amel eder ve cennete girer.” (Buhari-Müslim)
Enes (radıyallahu anh) şöyle anlatıyor: Uhud gününde bizden birisi şehid düşmüştü. Onu bulduğu- muzda açlıktan karnına bir taş bağlamış olduğunu gördük. Annesi, onun yüzündeki toprağı silerek “Ey oğlum! Cennet sana kutlu ve mübarek olsun!” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Onun cennete gireceğini nereden biliyorsun? Kim bilir belki de o kendisini ilgilendirmeyen konularda konuşur, kendisine zarar vermeyeceğini bildiği halde kimseye yardımda bulunmazdı.” (Heysemi 10/303, Hayatüs sahabe, 184)
Bu hadislerden şunu anlıyoruz: Hangi hal üzere olunursa olunsun hiç kimsenin akıbetinin ne olacağını bilemeyiz. Kim ahireti garanti ettiği veya kurtulduğunu iddia ederse şeytanın oyuncağı olmuş demektir. Allah’ın özel dost edindiğine inanılan birtakım insanların Allah’ın özel dostları oldukları konusunda hiçbir delil yoktur. Allah dostları Onlar, Allah’ın ayetlerine yürekten iman eden ve bu imanın gereğini yerine getiren, yani dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselerdir. Kim Müslümanlığını korur ve bu hal üzere yaşarsa Allah ile dostluğunu korumuş demektir. Allah dostluğu Müslümanlara verilen bir sıfattır. Allah’ın dostları, Allah’tan hakkıyla korkan müminlerdir.
Kâfirlere Gelince!
Allah, Müminlerin koruyucusu, yardımcısı, dostu yani velisidir. Allah o Müminleri Küfrün karanlığından tevhidin aydınlığına çıkararak büyük bir ihsanda bulunmuştur. Kâfirlerin velisi ise; Allah’ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak tağutlaşan cin ve insan şeytanlardır. Bu kâfirlerin oluşturduğu kurumsal yapılanmaya ise “tağuti düzen” denilir. Bu tağuti düzenler cinleri ve insanları yalan, hile, baskı ve karalama gibi yöntemlerle ilim, iman ve hidayetten kopararak şirk, küfür, cehalet ve günah bataklığına sokarak ebedi cehenneme girmelerine sebep olur.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Allah, inananların velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların velisi de tağutlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte bunlar, cehennem halkıdırlar ve ebediyen orada kalacaklardır! (Bakara Suresi: 257)
İslam’ın tanımladığı veli anlayışı kısaca böyledir.
BATIL VELİ (Allah Dostu) İNANCI
İslam’daki veli kavramı İslam dairesine giren bütün Müslümanlara verilen bir sıfat ve unvandır. İslam’da bazı kişilerin, cemaatlerin veya tarikatların tekeline verilmiş ve kişiye özel bir veli anlayışı yoktur. Batıl fırkalar birçok kavramı tahrif ettikleri gibi veli kavramını da tahrif ederek bozmuşlardır. “Allah, inananların velisidir” ilkesini yok sayarak falan filan kişilerin Allah’ın velisi olduklarını iddia ediyorlar. Veli sıfatının bu kişilere verilmiş özel bir makam ve rütbe olduğunu iddia ederler. Böylece batıl fırkalar Allah’ın birtakım kişileri özel dost, veli edindiğini iddia ederek Allah’a yalan isnat etmiş olurlar.
Böylece “Allah, inananların velisidir” ilkesi terk edilerek haklarında hiçbir delil indirilmeyen falan filan kişilerin Allah’ın özel velisi oldukları iddia edilir. Oysa kimin Allah’a daha yakın olduğunu, kalplerin özünü, insanların takvasını ve akıbeti Allah bilir. Hakikat böyleyken nasıl olur da falan filan kişiler Allah’ın özel dostudur, takva sahibidir deyip bu insanları temize çıkarmaya kalkarsınız. Hatta bu insanlar öldüklerinde cennetlikmiş gibi tavır takınarak bilmediğiniz şeyler hakkında Allah adına yalanlar uydurmuş olursunuz.
Böylece bidat fırkaları İslamın tanımladığı veli anlayışını tahrif ederek batıl bir veli anlayışı uydurur. Bidat fırkalarının uydurduğu veli anlayışına göre; Veli edinilen bu insanlarda Allah’a mahsus isim ve sıfatların olduğuna inanılır. Veli edinilen bu insanlarda olağanüstü güç ve yetkilerin olduğuna inanılır. Veli edinilen bu insanların dua ve ibadette aracılık yaptığına inanılır. Veli edinilen bu insanların cennetlik olduklarına inanırlır. Veli edinilen bu insanların şefaat edeceklerine inanılır. Böylece veli edinilen bu insanlar kutsanarak, aşırı derecede yüceltilerek ilahlaştırılır.
Oysa Allah bu insanları özel veli edindiğine dair hiçbir delil indirmemiştir. Bu insanların Allah’ın özel velisi olduğuna dair bir delil yoksa Allah falanı, filanı özel veli edindi diyerek Allah adına yalan uydurmuş olmuyor musunuz? Yâda bilmediğiniz ve hakkında bir delil inmeyen şeylerin pesinden gitmiş olmuyor musunuz?
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
De ki: “Doğrusu Rabb’im, ancak şunları haram kılmıştır: İster açık, ister gizli olsun, fuhuş ve ahlâksızlığı, günah işlemeyi, Haksız yere saldırmayı, Allah’ın Kitap veya Elçisi aracılığıyla hiçbir delil göndermediği varlıkları O’na ortak koşmanızı Ve bilmediğiniz konularda Allah adına konuşmanızı!” (Araf Suresi: 33)
Allah’ın kitabına ve Peygamberin sünnetine uyun. O’nu bırakıp da Allah’ın yanı sıra yardımcı, koruyucu, kurtarıcı oldukları iddia edilen saptırıcıları veli edinerek peşinden gitmeyin. Çünkü onlar insanları Kur’an ve Sünnete değil kendi tarikatlarına ve kendi uydurdukları batıl yollara boyun eğmenizi böylece vahiy ile bildirilenleri terk etmenize sebep olurlar. Allah Teâlâ insanları temize çıkarıp onları veli edinmeyi yasaklayarak uyarmış ve şu ayetleri indirmişidir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Rabb’iniz tarafından size indirilenlere uyun. O’ndan başka velilerin peşinden gitmeyin! Ne kadar da az düşünüyorsunuz! (Araf Suresi: 3)
Kendilerine Allah’tan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onları görüp gözetlemektedir! Sen onlardan sorumlu değilsin. (Şura Suresi: 6)
Demek onlar, Allah’ın yanı sıra dostlar ediniyorlar, öyle mi? Oysa dost Allah’tır. Çünkü ancak o’dur ölüleri diriltecek olan! Ve sadece o’dur, her şeye kadir olan! (Şura Suresi: 9)
Bir Müslüman tüm içtenliği ile ibadet ve duayı aracısız ve sadece Allah’a yapmalıdır. İbadet ve duada birtakım aracılar edinenler Allah’a şirk koşmuş olurlar. Bu cahil insanlar şirk karışmış amellerini meşru göstermek için veli edindikleri bu insanların Allah’a yakın olduklarından dolayı ibadet ve duada aracı edindiklerini iddia ederler. Yine veli edindikleri bu insanların olağanüstü güç ve tasarruf yetkisine sahip olduklarını iddia ederler.
Bu cahil insanlar “Biz âciz kullar doğrudan Allah’a yalvarmak yerine, O’na bizden daha yakın olanlar aracılığıyla kulluk ediyoruz!” derler. Oysa Allah, sırf etrafındaki yakın “dostlarını” memnun etmek için ve onların aracılığıyla ihsanlarda bulunan, aksi takdirde kimseye bir şey vermeyen cimri bir ilâh olmadığı gibi, yönetimi altındaki insanların kalbinden geçenleri bilmeyen, bu yüzden de aracılara muhtaç olanlar gibi âciz de değildir.
Kendilerinin doğru yolda olduklarını zanneden gerçekte ise Allah ile kul arasında aracılar edinerek şirk koşanlar mahşer günü büyük bir hüsranla karşılaşacakları açıktır. Cehalet, gurur ve taassup ile hakkı görmek istemeyen bu insanlar hem kendilerini, hem de diğer insanları aldatmış olurlar. Kendilerine bahşedilen İslam nimetini şirk ile kirleterek bozan ve geçersiz kılan bu insanlar nihai anlamda başarıya ve kurtuluşa ulaşamazlar. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Şunu iyi bil ki, gönülden itaate lâyık olan, yalnızca Allah’tır! Fakat kendilerine O’nun yanı sıra dostlar edinenler, “Biz bunlara, sadece bizi Allah’a yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz!” Derler. Hiç kuşkusuz Allah, anlaşmazlığa düştükleri konularda, aralarında hükmünü verecektir! Doğrusu Allah, yalan söyleyen ve nankörlük eden kimseleri, doğru yola iletmez! (Zümer Suresi: 3)
Bu ayeti kerimeyi Mahmut KISA hocamız şöyle tefsir etmiştir.
Şunu iyi bil ki, gönülden ve kayıtsız şartsız bir itaate lâyık olan, yalnızca Allah’tır! Fakat kendilerine O’nun yanı sıra boyun eğmeye lâyık birtakım dostlar edinen müşrikler, bu çirkin davranışlarını güya mazur göstermek için, “Biz bu putlara, doğaüstü güçlere, tanrısal nitelikler yakıştırdığımız dînî ve siyâsî önderlere ve büyük insanlara, sadece bizi Allah’a yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz! Biz âciz kullar doğrudan Allah’a yalvarmak yerine, O’na bizden daha yakın olanlar aracılığıyla kulluk ediyoruz!” derler. Oysa Allah, sırf etrafındaki yakın “dostlarını” memnun etmek için ve onların aracılığıyla ihsanlarda bulunan, aksi takdirde kimseye bir şey vermeyen cimri bir ilâh olmadığı gibi, yönetimi altındaki insanların kalbinden geçenleri bilmeyen, bu yüzden de aracılara muhtaç olanlar gibi âciz de değildir. Hiç kuşkusuz Allah, bu inkârcıların anlaşmazlığa düştükleri bütün tartışmalı konularda, Hesap Günü aralarında hükmünü verecektir! Doğrusu Allah, hem kendisine, hem de diğer insanlara karşı yalan söyleyen ve kendisine bahşedilen bunca nîmetlere karşı nankörlük eden kimseleri, nihâî anlamda başarıya ve kurtuluşa ulaştırmaz, doğru yola iletmez!
Batıl fırkaların tahrif ederek uydurdukları veli anlayışı bidat ve şirk doludur. Batıl fırkaların veli edindikleri insanlara nispet ettikleri vasıflardan bazıları ise şunlardır.
-Onlara göre veliler Allah’ın isim ve sıfatlarıyla sıfatlanırlar,
-Kâinatta tasarruf sahibi olduklarına inanılır,
-Kalplerde olanı bilip ve tasarruf ederler,
-Gaybı bilirler ve ondan haber verirler,
-Allah’tan başka hiç kimsenin güç yetiremeyeceği bir takım şey lere güç yetirirler,
-İslam’ın bazı yükümlülükleri bunların üzerinden kalkar,
-Allah bunlara vahiy (ilham) ederek kitap yazdırır. (Mesnevi ve Risale-i Nur gibi),
-İlim gökten hazır olarak kalplerine iner,
-Dilediklerini imanla ahirete gönderirler,
-Ölseler bile tasarrufları devam eder,
-Öldükten sonra zuhur ederler insanlara yardım ederler,
-Dirisine, ölüsüne rabıta yapılır,
-Ruhları savaşa gider,
-Hastalara şifa verirler,
-Yağmur yağdırırlar,
-Kötülükleri savarlar,
-Su üstünde yürürler,
-İnsanların gözü önünde kaybolurlar veya zuhur ederler,
-Dünyanın batmasına ve gökten başımıza taş yağmasına engel olurlar,
-Peygamber zuhur eder, yanlarından ayrılmaz,
-Allah’ı görüp konuşurlar…
Bu vasıfların tamamı İslam’ın reddederek bidat veya küfür olarak nitelendirdiği şeylerdir.
Bu sayılan vasıfların tamamı Tasavvufta kabul edilen ve onaylanan şeylerdir.
Bu sebeptendir ki tevhid dini İslam başka bir din, şirk dini Tasavvuf başka bir dindir.
İslam’ın tanımladığı veli kavramı tahrif edilerek uydurulan bu veli anlayışı kişiyi şirke sokarak müşrik yapar ve dinden çıkarır. Bu sebepten İslam’ın tanımladığı veli kavramı ile batıl fırkalarının uy- durduğu veli kavramının birbirinden ayrılması gerekir.
Veli kavramını en çok kullanan ve bu kavramı tahrif ederek din anlayışı uyduran fırkalar; Tasavvuf meşrepli sufi fırkalar ve Şia meşrepli fırkalardır.
Tasavvuf her türlü bidat ve şirki içinde barındıran yüzlerce tarikata bölünmüş batıl bir fırkadır. Bu gün Anadolu coğrafyasında toplumun çoğunluğu tarikatlardan uzaklaşmasına rağmen bu toplumun akidesi Tasavvufun öğretilerine göre şekillenmiştir. Bu sebepten bu toplumda tarikat liderlerinin Allah’ın özel dost edindiği kişiler olduklarına inanılmaktadır. Evliya olduğuna inanılan bu insanlar aşırı derecede kutsanmakta ve ilahlaştırılmaktadır. Kendileri yoldan saptığı gibi diğer insanlarıda yoldan saptırmaktalar.
Aynı şekilde Şia da her türlü bidat ve şirki içinde barındıran yüzlerce kola ayrılmış batıl bir fırkadır. Bu gün özellikle İran, Irak merkezli ortadoğu coğrafyasında yaşayan toplumların akidesi Şia’nın küfür öğretilerine göre şekillenmiştir. Bu sebepten bu toplumlarda Şii cemaat imamlarının masum olduklarına, peygamberin varisleri olduklarına ve Allah’ın özel dost edindiği kişiler olduklarına inanılmaktadır. İmam olarak adlandırılan bu insanlar aşırı derecede kutsanmakta ve ilahlaştırılmaktadır.
Bu batıl fırkalar sebebiyle asırlar dolusu insan sürüsü yoldan saptırılmıştır. Bunun sebebi cahili toplumlarda din anlayışı batıl şeylere, uydurma hikâyelere ve zanna göre şekillenir. Çünkü insanların çoğu okumayı, öğrenmeyi ve araştırmayı sevmezler. İnsanlar hakka tabi olmak yerine çoğunluğa uymayı veya atalarından devraldıkları batıllara uymayı tercih ederler.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
De ki: “Göklerin ve yerin Rabb’i kimdir?” “Allah’tır!” de. Yine de ki: “Öyle iken, siz O’nu bırakıp da, kendilerine bile her hangi bir fayda veya zarar veremeyen birtakım dostlar mı edindiniz?” De ki: “kör olan kimseyle, gören kimse bir olur mu hiç? Yahut karanlıklarla, aydınlık eşit olur mu? Yoksa onlar Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratabilen birtakım ortaklar buldular da, bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: “Allah’tır her şeyi yaratan. O, bir dir, mutlak kudret ve egemen lik sahibidir.” (Rad Suresi: 16)
Müsennif VELİOĞLU